İklim Krizi Cehennemi -Önce Yangın, Sonra Sel

Yangin ve Sel

Sermayenin kar hırsı, hem makro ölçekte iklim değişikliği ile, hem de mikro ölçekte bunun etkilerini derinleştirmek suretiyle, yaşamlarımıza kastediyor. 2020 yılı itibariyle Türkiye’nin ekolojik ayak izi, ulusal biyolojik kapasitesini yüzde 100 aşıyor. 2018 verilerine göre Türkiye 196 ülke arasında atmosferi en fazla karbondioksitle kirleten 15 inci ülke konumunda. 

Yangınlar

Türkiye’de son bir ayda 53 ilde 270 orman yangını çıktı. 177 bin 467 hektar alandaki orman, 8 kişi ve binlerce hayvan hayata veda etti. 2008 ila 2020’de, her yıl ağustos ayına gelindiğinde çıkan orman yangını sayısı ortalama 59 olarak kayıtlara geçti; bu sayı 2021’de birden 270’e fırladı.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de iklim krizi sel ve su baskını gibi afetlerin sayısını her geçen yıl artırıyor. İklim değişikliği, Akdeniz havzasında sıcaklığın artması, sıcak dalgaların sıklaşması ve nemin azalması dolayısıyla da kuru hava ve kuraklığın artmasına neden oluyor. Bu durum yangını tetikleyen ana faktörlerden biri. Aynı zamanda ağırlıklı olarak da sermayenin farklı araçlarla orman hayatına ne kadar müdahil olduğu yangının hızı ve yanan alanların miktarını belirliyor. Türkiye’de madenler, JES’ler ve HES’ler başta olmak çeşitli araçlarla müdahalenin düzeyi arttıkça yangının ardında bıraktığı zarar da büyüyor. 

Temmuz ve Ağustos aylarında başlayan ve tüm Akdeniz’i saran yangınlar karşısında hükümet çok büyük oranda çaresiz kaldı. Özellikle yangın söndürme uçaklarının olmayışı, havadan müdahaleyi zorlaştırdı ve yangınların yayılmasını seyretmek dışında başka çare bırakmadı. Bu noktada, AKP hükümetinin elinde uçak bulunmadığı halde Türk Hava Kurumu’nun 4 uçağının uçmasına (büyük ihtimalle) ideolojik nedenlerle izin vermemesi, ardından Rusya’dan günlüğü 1,2 milyon dolara yangın söndürme uçağı kiralaması, araziyi bilmeyen pilotların kaza yapması sonucu 5’i Rus, 8 yangın söndürme personelinin hayatını kaybetmesi gibi vahim bir olayla sonuçlanan ciddi amatörlükler yaşandığını kaydetmek gerekir. Bunun karşısında yangınların ilk gününden itibaren sivil kuruluşlar ve gönüllüler kendi aralarında koordine olarak yangınlara müdahale etmeye çalıştılar. Hükümete yönelik öfke büyüdükçe, hükümet de enerjisini yangın söndürmeye vermek yerine, yangınları söndürmek için bir araya gelmiş olan bu sivil inisiyatifleri dağıtmaya adadı. 

Yangını fırsat bilen AKP yanlısı LİMAK isimli şirketin, “yangının termik santrale ulaşmasını engellemek” bahanesiyle, Akbelen ormanına girip, yapacakları krom madenini engellemek için nöbet tutan köylüleri kandırmaya çalışarak ağaç kesimine başlaması, aslında AKP’nin ve sermayenin yangına bakış açısını da özetliyordu. 

AKP iktidarı, ağırlıklı olarak sosyal demokrat belediyelerin olduğu bu bölgelerde birincil  sorumlu Orman Bakanlığı olmasına karşın, yangınlardan belediyeleri sorumlu tuttu. Yangın haberlerine yayın yasağı getirdi. Yangınla ilgili sosyal medya haberlerini paylaşanların bir kısmını da gözaltına aldı. 

Irkçılık ve felaketler

Yangın, sadece orman ve onun içinde yaşayan (bazıları endemik) hayvan ve bitkilerin ciddi zararlar görmesine neden olmakla kalmadı. Aynı zamanda hükümetin ve milliyetçilerin Kürt düşmanı politikaları kışkırtmasına da vesile oldu. Yangınların başlarında bunların “teröristler”, PKK’lılar tarafından çıkarıldığı söylentileri hızla yayıldı. Bu durum, sosyal medyada da linç söylemlerinin geniş yer bulmasıyla, bölgede mevsimlik tarım ya da turizm işçisi olarak çalışan Kürtlerden yangın söndürmeye gönüllü olarak katılanların tartaklanmasına, çalıştıkları yerler basılarak hiçbir gerekçe göstermeksizin gözaltına alınmasına kadar büyüdü. Ancak, burada durmadı. Türkiye yandıkça Kürt düşmanlığı da alevlendi. Manavgat’ta ırkçı gruplar silahlarla yol kesip linç etmek için Kürt aramaya kadar işi götürdüler. Onları durduran güvenlik güçleri olmadı.  

Diğer yandan, Kürt illerinde çıkan yangınlar “özel güvenlik bölgeleri” olduğu gerekçesiyle söndürülmeyebiliyor. Örneğin, Hozat’ta 1 Ağustos’ta helikopterin açtığı ateş sonucunda çıkan yangına gönüllülerin müdahale etmesine de aynı gerekçeyle izin verilmedi. 

Seller

Aynı şekilde, Türkiye’de 2020 yılında 297 sel olayı meydana geldi. Son 10 yılda her yıl yaklaşık olarak 100 ve daha fazla sayıda sel olayı gerçekleşti. Batı Karadeniz bölgesindeki sellerde 71 ölü ve 47 kayıp kişi bildirimi yapıldı. Gerçek rakamın bunun çok üzerinde olduğu biliniyor. 

Son sel felaketi can kayıplarının yanı sıra, bölgedeki gündelik yaşamı da geri dönülmez biçimde etkiledi. Kastamonu iline bağlı Bozkurt ilçesinin neredeyse haritadan silindiği bir durumla karşı karşıya kaldık. Dere yatağı 400 metreden 15 metreye daraltıldığı iddia edilen ilçeyi üç metreye kadar su kapladı. 

Tarım Bakanı felaketin ilk anlarında bir açıklama yaparak ‘Selin en büyük mağduru hidroelektrik santrali’ dedi. Oysa selin bölgeyi büyük ölçüde etkilemesinin ana nedeninin HES’ler, ormansızlaşma ve tomruk yığınları olduğuna dair ciddi şüpheler var. Nitekim davaya da konu olan HES inşaatının, gereğinden fazla bir alanı kapsadığı, suyun debisini arttırmak için dağ yamaçlarının -proje dışına da çıkılarak- gereğinden fazla tıraşlandığı ileri sürülüyor. Bunun yanında, bir yağış nedeniyle henüz sel olmadan binaların yıkıldığı da kaydedildi. 

İnsanların havadan kurtarılması çalışmaları devam ediyor. Gönüllüler ihtiyaçları karşılamak için organize oluyorlar. Ancak Bozkurt, halen afet bölgesi ilan edilmedi. Hükümet, Bozkurt’a “sel tecrübesi olan bir kaymakam atamakla” yetindi. Şu ana kadar sadece bir müteahhit gözaltına alındı. 

İklim krizini durdurmak için sistemi değiştirelim!

Kar ve rant hırsıyla doğal alanların imara açılması; maden işletmeleri, termik santraller, HES’ler, JES’ler vb yoluyla vahşice tahrip edilmesi bu felaketlerin boyutunu derinleştiriyor.

Sermayenin devleti ise, bu felaketleri seyrediyor. Yangın söndürme uçağı almak yerine insansız hava araçlarına yatırım yapmayı tercih ediyor. Yoksulun barınma hakkını korumak yerine, müteahhit ve sanayicinin HES yapımından elde edeceği karları tercih ediyor. Beton ve enerji sektörünü zengin etme adına insan yaşamı ve ekosistem hiçe sayılıyor. Tarım alanları maden şirketlerine peşkeş çekiliyor. İmar aflarıyla depreme dayanıksız bina yapımı teşvik ediliyor. İklim krizinin azaltılması için sorumluluk almak yerine, aslında gayet formel bir belge olan Paris Anlaşmasını bile imzalamaya yanaşmıyor. 

Evet, iklim krizini durdurmak için sistemi değiştirelim!

O ana kadar da, 

  • Askeri harcamalar değil, ekolojik dengenin yeniden inşası için kamu kaynaklarının artırılması
  • Yangından ve selden zarar görenlerin tüm zararlarının tam olarak kamu bütçesinden karşılanması
  • Yanmış orman alanlarının kendi kendini rehabilite etmesi için korunması
  • Felaketlerle mücadele için evrensel dayanışma ağlarının inşası, insanlığın ortak mülkiyeti olan tüm mücadele araçlarının milliyetçilik – düşmanlık tanımadan tüm insanlığın hizmetine sunulması,
  • Doğal yaşam alanlarında madenler, HES’ler ve JES’ler aracılığıyla sermayenin sızıntısına son verilmesi için mücadeleye devam edeceğiz.