Afganistan Trajedisinin Kısa Bir Özeti

0819 taliban Afghanistan dudes

“Savaşacak mısınız? Direnişin tarafında olun, her zaman kazanırsınız. Orada kaybetmezsin.”

Milton Bearden, eski CIA görevlisi

20 yıl süren kanlı bir işgalin ardından, bir zamanlar SSCB’nin çekildiği gibi ABD ve onun müttefikleri de Afganistan’da yenildiler ve çekildiler. Böylece iç savaş, darbe, emperyalist işgaller, yoksulluk ve baskının damgasını vurduğu ülkenin tarihinde yeni bir bölüm daha açılmış oldu.

Toplumsal temel

Afganistan 1919’da bağımsızlığını elde edene kadar Britanya ve Rus emperyalizminin çıkarlarının biri biriyle çatıştığı bir bölgede tampon bir işleve sahip oldu daima. Bağımsızlıktan sonra ülke bir anayasal monarşi ve büyük toprak sahiplerinin hakimiyetinde olan feodal bir toplumdu. Ülkede ne endüstri ne de buna öncülük edecek bir burjuva sınıfı söz konusuydu. İlk fabrika 1887’de açılmış olsa da endüstrileşme süreci esas olarak 1930’ların başlarında başlamıştır.

Burjuvazinin eksikliği, endüstrileşme sürecinin de devlet eliyle gerçekleştirmesini zorunlu kılıyordu. 1933’te kurulan ve başlangıçta yarı kamu bankası olan “Milli Banka”nin kuruluşu endüstrileşme sürecinin başlangıcı olarak kabul görür. Endüstrinin geliştirilmesi amacı ile şeker, benzin ve motorlu taşıt ithalatı ve yün ve pamuk ihracatı tekeli bu bankaya verilmişti. Bu şekilde ülkede pamuk eğirme, dokuma, şeker fabrikaları ve benzeri bazı fabrikalar açıldı. Bu endüstrileşme çabaları ve süreci İkinci Dünya Savaşı sonrası da devam etti ve ilk olarak 1956’da bir beş yıllık kalkınma planı oluşturuldu ve onun ardından bir ikincisi daha.

Tüm bu çabalara rağmen Afganistan’da endüstrileşme geride kaldı ve ülke Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden (3/2) ve ABD’den gelen yardımlara bağlıydı. Yardımların çoğunluğu askeriyeye, az bir kısmı da okul ve diğer altyapı harcamaları gibi alanlara akıyordu.

1960’ların başında 500’ün üzerinde işçi çalıştıran fabrika sayısı sadece 4 idi. 100 ile 500 arasında işçinin çalıştığı 14 fabrika mevcuttu. Tahminlere göre o zaman 9 Milyon civarında bir nüfusa sahip olan ülkede endüstri içişi sayısı toplamda 15 bin civarındaydı ki bunun yarısını tekstil içsileri oluşturuyordu.

Nüfusun yaşam standardı aşırı derecece düşüktü ve büyük çoğunluk yoksulluk içindeydi. Kişi başına düşen yıllık gelir 1960’ta 60 dolardı. (Karşılaştırma için: Ayını yıl Türkiye’de 509, Birleşik Krallık’ta 1380, Fransa’da 1338, Ruanda’da 41 dolar).

1920’lerde Kral Emannullah tarafından daha sonraki yıllarda da Ahmet Zahir  Şah tarafından, Türkiye’de Atatürk ve İran’da da Rıza Şah Pehlevi gibi ülkede batılı yaşam tarzını yerleştirmek amacıyla yapılan reform girişimleri olsa da insanlarını yaşamında  esas olarak gelenek, görenek, dini kurallar belirleyiciydi. Nüfusun yüzde 90’ı kırsalda ve tarım ile yaşamını sürdürüyordu. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı bu orandan da fazlaydı.

Bunun dışında Afganistan farklı kültür, ulusal ve dini kimliğe işaret eden çeşitli halkların yaşadığı çok etnikli bir ülkedir. Yüzde 40 bir oranla Peştunlar ülkede çoğunluğu oluşturuyor ki ülkeleri 1893’te Britanyalılar tarafından günümüz Pakistan ve Afganistan sınırına denk gelen Durant hattı ile yapay olarak bölünmesi sebebiyle hattın iki tarafında da bulunmaktadır. Yüzde 30 civarında nüfusla Tacikler ülkede ikinci büyük etniği oluşturuyor. Bunun dışında Hazara, Özbek ve diğer başka halklar da bulunuyor . Ayrıca yüzde 20’si Şii ve gerisinin Sünni olduğu nüfusun neredeyse tamamı Müslümandır.

Afganistan Cumhuriyeti

Tüm dünyada olduğu gibi 60 yıllar gençler arasında, özellikle de üniversiteliler arasında esen politikleşme rüzgârı Afganistan’da içine almıştı. Bu atmosfer içerisinde 1965 yılında Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) adında bir sol parti kuruldu. Her ne kadar Marksist-Leninist olarak lanse edilse de parti kendisini “milliyetçi demokratik” olarak tanımlıyordu. Kuruluşundan kısa bir süre sonra parti içinde bir tarafta “Halk” diğer tarafta “Perçem” (bayrak) olmak üzere iki hizip (fraksiyon) ortaya çıktı ve bu kısa süre sonra bir bölünmeye götürdü.

Halk fraksiyonu daha çok Stalinist bir yaklaşımda ve çoğunlukla elit tabakadan olamayan Peştunlar’dan oluşuyordu. Perçem ise buna karşın kentlilerden destek buluyor ve Afganistan’ı sosyalist bir devrim için gelişmemiş olarak görerek koşulların oluşması için yurtsever ve anti emperyalist güçlerle ulusal demokratik bir cephe oluşturulmasını savunuyordu. Her iki fraksiyonda özellikle subaylar arasında, ki bunlar çoğunlukla Sovyetler Birliğinde eğitim almış olurlardı, örgütlülüğe sahipti.

1973 yıllında Muhammed Davut Han özellikle de Perçem fraksiyon destekleyen subayların yardımıyla krallığı kansız bir darbeyle devirdi. Bir önceki yıl yaşanan ve özellikle ülkenin kuzeyinde kıtlığa yola açan kuraklık da bu darbeyi kolaylaştırmıştı. Çünkü kimse kral için hayatını vermeye istekli değildi.

Kral Muhammed Zahir Şah ile aynı hanedandan olan Davut, onun aynı zamanda kuzeniydi ve 1953-1963 arasında görev yapmış cani bir başbakan olarak bilinirdi. İktidarı ele geçirmesinin ardından monarşiye son verip Cumhuriyet ilan ettikten sonra kendisini de başkan atadı. Davut’un kabinesi ilk başlarda çoğunlukla ADHP ve ona yakın kimselerden oluşuyordu.

Davut iktidarının sol retoriğine ve tüm bankaların kamulaştırılmasına (devletleştirilmesi) rağmen ülkede köklü hiçbir değişiklik meydan gelmedi. Perçem ve Halklılar arasında Davut diktatörlüğüne yaklaşım konusunda da farklılıklar oluştu. Halkçılar daha kapsamlı bir devrim isterken, Perçemciler Davut’la beraber devam etme tarafıydılar.

Diğer taraftan ülkede 60’lardan bu yana sadece sol akım ortaya çıkmış değildi, aynı şekilde Müslüman kardeşlerden esinlenerek İslamcı gruplar da mevcuttu. Davut’un caniliği başlangıçta özellikle bu gruplara yönelik oldu ve onları toptan ortadan kaldırmayı savunuyordu.

Zaman içerisinde Davut hem SSCB’den hem de ADHP’inden uzaklaşmaya başladı ve 1976’da önce Ulusal Devrimci Parti adı altında kendi partisini kurdu, bir yıl sonra da Afganistan’ı tek partili devlete dönüştürdü ki bu da ADHP’nin yasaklanmasını beraberinde getirmiş oldu.

Savr Devrimi

Savr Devrimi ile her ne kadar bir devrimden bahsediliyorsa da aslında söz konusu olan askeri bir darbedir. Tetikleyici faktör burada ADHP’nin Perçem fraksiyonun önde gelen liderlerinden Mir Ekber Heyber’in öldürülmesi oldu. Davut’un cinayetle ilgisini reddetmesine rağmen, bu olay ADHP’nin hükümeti devirme planlarına bir fırsat vermiş oldu.

Heyber’in cenazesinin kaldırılması sırasında 30 bine yakın insanın katıldığı hükümet karşıtı gösteri düzenledi. Bunun üzerine Davut, aralarında ADHP’nin önde gelen liderlerinden Nur Muhammed Tereki, Babrak Karmal ve Hafızullah Emin’in de olduğu kadroları tutuklattı. Bu, Davut tarafından başlatılmış bütünlüklü bir saldırıydı ve tamamen ortadan kaldıracaklarını anlamına geliyordu. Fakat ADHP ordu içerisinde sağlam bir örgütlenmeye sahipti ve tutuklanması diğerlerinden geç yapılacak Hafızullah Emin ordu içindeki yandaşlarını zamanında harekete geçirme fırsatı bulabildi.

28 Nisan 1978’ de Davut devrildi ve tüm ailesiyle öldürüldü. Afganistan Cumhuriyeti, Demokratik Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Nisan ayına denk gelen farsi takviminin ikinci ayının adı savr olduğu için “Savr Devrimi” olarak adlandırmakta. Yeni devlet başkanı Nur Muhammed Tereki oldu ve onun gibi Halk fraksiyonundan olan Emin de dışişleri bakanlığına getirildi.

Her ne kadar bir darbe formunda da gerçekleşse özellikle Halkçılar nezdinde savundukları devrim gerçekleşmişti. Buradan hareketle ilk olarak biri toprağın büyük toprak sahiplerinden alınıp köylülerin kullanımına sunulmasını kapsayan bir toprak reformu ve diğeri özellikle kadınların ezilmesini ifade eden başlık parasının kaldırılmasını öngören kararname olmak üzere iki kararname yayınladılar.

Bu ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını zedeleyen ve seküler yaşam tarzını ifade eden diğer reformlar kısa sürede mollalar ve büyük toprak sahiplerinin itirazlarına dayanan direnişlere döndü. Kırsal alanlarda hiçbir desteği olmayan hükümetin buna karşı elinde asker gönderip bu direnişleri bastırma dışında bir aracı yoktu. Fakat başarılı olamadı ve kısa süre sonra hükümet birçok bölgede kontrolü kaybetti.

Direnişlerin büyümesi daha fazla baskı, işkence, tutuklamalar getirdi ve daha fazla baskı da kentlerde bile desteğin kaybolmasına yol açtı. Bu durum ADHP içerisinde yeni ayrılıklara neden oldu. Perçem fraksiyonu, uzlaşmacı bir tutumla kritik reformların geri alınarak mollalarla anlaşma taraftarıyken Halkçılar için bu devrime ihanet anlamına geliyordu. Bir süre sonra Perçemciler sürgün ve tutuklamalarla tasfiye edildiler.

Diğer taraftan Halkçılar içerisinde de özellikle Sovyetlerin müdahalesi etrafında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Tereki direnişlerin kırılması için Sovyet müdahalesini gerekli olduğunu savunurken daha ulusalcı Emin buna karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Sovyetlerin telkiniyle Emin’i öldürtme girişimleri birkaç kez başarılı olmayan Tereki’nin kendisi Emin tarafından öldürtüldü. Bunun ardından Emin içinde bulunduğu karmaşık durumda, özellikle de öldürülme korusuyla, bir yandan baskı, tutuklamalar, işkence ve infazları artırırken diğer yandan da ABD’den yardım uman çabalar sergiledi. Bu da hem kendisinin hem de Savr Devrimi’nin sonu demek olan SSCB’nin Afganistan’ı işgali için bir gerekçe oldu.

24 Aralık 1979’da Sovyetler birliği Fırtına-33 Operasyonu ile işgal ettikten sonra Emin’in öldürüldü, yerine de sürgünden dönen Perçem lideri Babrak Karmal getirildi. Ve tüm Halkçılara karşı bir tutuklama süreci başladı.

Sovyet işgali

Sovyet işgali kendilerine mücahit diye ifade eden ve halihazırda hükümete karşı savaşan İslamcı gerilla grupların elini güçlendirdi. İşgal, mücadeleyi yabancı işgaline ve onların “tanır tanımaz” işbirlikçi hükümetine karşı geniş halk kesimlerinin desteğini arakasına alan birleşik bir harekete dönüştürdü.

CIA, ABD emperyalizminin Vietnam savaşını kaybettiği, tüm dünyada sol rüzgarlarının estiği ve Ortadoğu’da devletlerin batı emperyalizmine karşı yüzünü Sovyetler Birliği’ne döndüğü soğuk savaş döneminin böyle bir aşamasında, Sovyetlerin etkisini engellemek için halihazırda “Savr Devrimin”den önce İslamcı grupları desteklemeye başlamıştı zaten. Buradan hareketle ABD emperyalizmi bu işgali Sovyetler birliğine karşı bir fırsat olarak gördü.

ABD’nin Afganistan’taki Güvenlik Danışman Zbigniew Brezezinski Afganistan üzerine bir belgeselde durumu şu sözlerle özetliyor: “İşgal günü Başkan’a bir tavsiye [mektubu] yazdım. Ve içindeki anahtar bir cümle şöyleydi: Şimdi elimizde Sovyetlere kendi Vietnamlarını verecek tarihsel bir şans bulunuyor.”

Brezezinski bizzat Mücahitlere yardım için Pakistan’a gönderildi. Pakistan’ın Peşaver vilayeti Mücahitler tarafından sürgün başkent olarak ilan edildi ve burası mücadelenin merkezi oldu. CIA ve Pakistan’ın istihbarat teşkilatı ISI’nin desteğiyle Müchitler, Sovyetlere karşı savaşta kazanımlar elde etmeye başladı.

Brezezinski’nin Peşaver’de bir grup mücahide elini Afganistan’a doğru işaret ederek yaptığı ajitasyon konuşması ABD’nin angajmanını görmek açısında çarpıcı:

“Karşıda bulunan ülke size aittir. Bir gün oraya geri döneceksiniz. Çünkü savaşı kazanacak ve evlerinize, camilerinize geri döneceksiniz. Çünkü meselenizde haklısınız. Tanrı sizin tarafınızda!”

Eski CIA görevlisi Milton Bearden, Brezezinski’nin ve ABD’nin rolünü şu sözlerle ifade ediyor:

“Burada ulusal güvenlik danışmanı, Amerika’nın tekrar iş başında olduğunu gösterdi. Ve o andan itibaren biz CIA olarak harekete geçtik ve bir daha da bırakmadık. Böylece işe koyulduk. Bir çift silah almak için belki 10, 15, 20 milyon dolar… Ve bu giderek daha fazla oldu; 20 milyon, 100 milyon daha… Hala çerez parası gibiydi. Bu çok para değil. Ama bir şeyler değişmeye başladı.”

1986 yılına gelindiğinde her iki taraf içinde kanlı bir pat durumu oluşmuştu. Ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi yeni Genel Sekreteri Gorbaçov parti kongresinde yaptığı konuşmada karşı devrim ve emperyalizmin Afganistan’ı kanayan bir yaraya çevirdiğini ve Afganistan’da bulunan Sovyet Birliklerinin yakın bir gelecekte eve döneceğini açıkladı.

Milton Bearden ifadesine göre bu, ABD emperyalizmini heyecanlandırmıştı:

“Bu noktaya kadar ABD politikası, Sovyetlerin çabasını boşa çıkarmak, son Afgan’a kadar savaşmaktı… Şimdi onlara [mücahidlere] kazanmaları için ihtiyaç duydukları her şey verilmek isteniyordu. CIA şefi bana, ‘Bu yıl sana bir milyar dolar vereceğim. Sence bu yeterli mi?’ ‘Bunun yeterli olup olmadığını nasıl bileyim. Bir deneyeyim bakalım’ dedim. Böylece CIA ‘sabrın canı cehenneme’ dercesine, meseleyi gerçekten ele almaya başladı. ‘Hadi dışarı çıkıp Rusları vuralım’. Mücahitler, Sovyet helikopterleri tarafından biçiliyordu ve hiçbir şey yeterince etkili olmuyordu. Biz de onlara Stinger füzeleri verdik.”

1988 ABD Başkanı Reagan ve Gorbaçov Sovyet askerlerinin çekilmesi konusunda mutabakata vardılar. Ardından ABD ve Sovyetler Birliği’nin garantörlüğünde Demokratik Afganistan Cumhuriyeti ve Pakistan arasında imzalanan Cenevre Anlaşması çerçevesinde Şubat 1989’da çekilme tamamlandı.

Mücahit gruplarından Hizbi-İslam lideri Gullbeddin Hikmetyar’ın Cenevre anlaşmasına dair söyledikleri anlaşmanın onlar için ne ifade ettiğini iyi betimliyor:

“Sovyet güçlerinin Afganistan’dan çekilmesine ilişkin müzakerelerde mücahitler hazır bulunmadı. Peki neden? Moskova ve Washington karar vermek için birlikte oturdular. Bir kez daha Washington ile Moskova arasında oyuncak olduk.”

8 yıllık işgal ardından ağır bir bilanço bıraktı: 1 milyon Afganlı 15 bin Sovyet askeri öldürüldü. 1 Milyon kadar insan sakat kaldı. 7 milyon insan Pakistan, İran ve başka yerlere göç etti ve geride yıkık bir ülke kaldı.

İç savaş

Artık adını Vatan Partisi (Hizb-i Watan) olarak değiştirilmiş olan eski ADHP hükümeti varlığını iç çekişmelerle beraber ancak 3 yıl daha sürdürdürdü. Bunda SSCB’nin dağılması ve desteğin kesilmesi önemli bir rol oynadı.

Hükümetin 1992 yılında çözülmesinin ardından ülkenin dört bir köşesinden başkent Kabil’e doğru Mücahit gruplar adeta bir yarışa girdiler.

Rusya ve ABD’nin artık ilgi alanının dışında olan Afganistan’da durum bu sefer bölgesel güçlerin desteğine bir vekalet savaşına dönüştü. Bu savaşta, Raşid Dostum liderliğindeki Ulusal İslam Birliği Özbekistan tarafından, Abdul Ali Mazari’nin Hizbi Wahdat’ı İran, Burhaneddin Rabbani ve Şah Mesud’un Camiat-i İslam grubu Hindistan ve İran, Gulbuddin Hekmetyar’ın Hizbi İslam’ı ise Pakistan tarafından destekleniyordu.

Kabilin sorunsuz bir biçimde ele alınmasının ardından kent farklı Mücahit grupların hâkim olduğu bölgelere bölündü ve Mücahit gruplar arasında bir iç savaşa dönüşen çatışmalar başladı. Her ne kadar Peşaver Anlaşmasıyla 24 Nisan 1992’de ilan edilen Afganistan İslam Devleti’yle birlikte bazı mücahit gruplar arasında geçici bir hükümet üzerinden anlaşmış olsa da bu hükümet baştan beri işleyemez durumda kaldı.

Bundan sonra gelişmelere Kabil uğruna verilen kanlı bir mücadele damgasını vurdu. O zaman kadar hasar almamış olan Kabil yıkım ve sefalete sürüklenirken Mücahitler kente ilk girdiklerinde onları birer kurtarıcı kahraman olarak karşılayan ve 8 yıllı savaş boyunca onları efsane kahramanlar olarak hayal etmiş olan binlerce Kabilli yine bunların silahlarıyla hayatını kaybediyordu. Sadece Hikmatyar ve ittifaklarının Kabili bombalamaları sonucunda ölenlerin sayısı 25 bin. Hayal kırıklığı da aynı şekilde büyüktü.

Taliban

Kabil’de bunlar olurken Taliban Kasım 1994 Kandahar kentini ele geçirerek sahneye çıktı. Afganistan trajedisinde önemli rolü olacak bu hareket kısa süre önce Molla Muhammed Ömer tarafından Pakistan’da dini eğitim almış öğrencilerle kurulmuştu ve kısa sürede büyüdü. Bu öğrencilerin çoğu Pakistan’daki Afgan sığınmacı yetimlerdi.

1995’in mart ayına kadar birçok ili ele geçirmiş ve Kabil’e ulaşmıştı. Pakistan ve Suudi Arabistan’ın silah ve lojistik desteğiyle ilerlemesinin karşısında Kabil’deki geçici hükümetin Savunma Bakanlığını da üstlenmiş olan Mesud birliklerini Kuzeye çekerek Kabil’i terk etti. Kuruluşundan 2 yıl gibi kısa bir süre sonra Taliban Eylül 1996’da Kabil’de Afganistan İslam Emirliği’ni ilan etti.

Artık iktidarı kaybetmiş olan Rabbani, Dostum ve Mesud ise Taliban’a karşı “Kuzey İttifakı” olarak bilinen “Afganistan’ı Kurtarmak İçin Ulusal İslam Birleşik Cephesi”ni kurdular ve önce ülkenin kuzeybatısı ve kuzeyinde, daha sonra da Taliban’ın 2001’de devrilmesine kadar kuzeyde hakimiyetin devam ettirdiler.

NATO işgali

Sovyet işgali sırasında birçok Arap ülkesinden genç de mücahitleri safında savaşmak için Afganistan’a gelmişlerdi. Bunlardan biri olan Osama Bin Ladin Sovyetlerin çekilmesinden kısa süre önce “kutsal” mücadeleyi başka yerlerde sürdürmek düşüncesiyle El Kaide’yi kurmuşlarda. Taliban’ın Afganistan’da gücü ele geçirmesinin ardından Osama Bin Ladin Sudan’dan buraya geldi ve Taliban’dan eğitim kampları kurmak için destek aldı.

ABD halihazırda çeşitli terör saldırılarından dolayı Taliban’a Osama Bin Ladin konusunda baskı yapıyordu ve gerek Irak’a gerekse de Afganistan’a askeri bir müdahale için bir fırsat kolluyordu. Dehşet verici 11 Eylül saldırılarıyla birlikte bu fırsat ellerine geçti ve ABD öncülüğünde “Uluslararası Koalisyon” 2001 Ekim ayında “Kalıcı Özgürlük Operasyonu” (Operation Enduring Freedom) çerçevesinde harekât başlattı. İlk başta Afganistan’ın kuzeyindeki mücahit “kuzey ittifakı” kara gücü olarak kullanıldı. Uluslararası Koalisyonun hava gücü desteği eşliğinde bir ay gibi kısa bir süre içerisinde Taliban’ın terk ettiği Kabil’e girildi ve böylece Rabbani başkanlığında 1996’daki hükümet fiilen tekrar oluştu.

Daha sonra Almanya’nın Bonn kenti yakınlarında Petersberg’de toplanan ilk “Afganistan Konferansı” ile önce geçi bir yönetim kuruldu. 2004’te önce bir Afganistan’ın bir İslam Cumhuriyeti olduğunu belirten bir Anaysa kabul edildi ve ardından yapılan seçimlerde halihazırda geçici hükümetin başkanlığını yürüten Hamid Karzai başkanlığa seçildi.

Biçim olarak yeni devlet anayasa, seçimler, düzenli, ordu, polis, devlet kuruları vs. ile işleyen bir devlet görüntüsü verse de aslında savaş ağalarının ve diğer çıkar gruplarının yolsuzluklar ve zenginleşme motivasyonu ile bir araya gelmiş NATO güçlerinin koruması altında kartondan bir devletten başka bir şey değildi söz konusu olan.

2004’ten itibaren toparlanan Taliban tekrar etkili saldırılar başlattı. Özellikle de ABD ordusunun “Anti Terör Operasyonu” çerçevesinde sayısız sivilin öldürülmesi nedeniyle halk arasında tekrar destek kazandılar ve 20 yıllık kanlı bir savaştan sonra, NATO güçleri kendilerine güvenen insanları bir patates çuvalı gibi yere bırakmaktan hiçbir çekince göstermeden Afganistan’ı Taliban’a teslim etti.

Son yirmi yılda Afganistan’daki konuşlanmaları sırasında Batılı ülkelerden yaklaşık 3.596 asker öldürüldü. 2.452’si ABD askeri; İngiltere Savunma Bakanlığı yaklaşık 455 askerin öldüğünü, Kanada’da 158, Fransa’da 86 ve Almanya’da 54 askerin öldüğünü bildirdi. Afgan tarafından çatışmalarda ve terör saldırıları nedeniyle yaklaşık 67.176 askeri ve polis gücü öldü.

Bugün

Bugün Afganistan’da, değerinin 900 milyar dolar ile 3.000 milyar dolar arasında olduğu tahmin edildiği kömür, bakır, demir cevheri, lityum, uranyum, nadir toprak metalleri, barit, kükürt, kurşun, kromit, altın, çinko, talk, mermer, değerli taş, doğal gaz, petrol ve diğer hammaddeler bulunduğu bilinmektedir.

Ülkede 1950’de 7,7 milyon olan nüfus, savaşlara rağmen 2020’de 38,9 milyona yükseldi ve 2050 yılına kadar 64,7 milyon olacağı bekleniyor. Doğum oranı dünyadaki en yüksek oranlardan biri. Toplam nüfusun yüzde 60’ını oluşturan çocuklar, en büyük yaş grubunu temsil ediyor. Afganistan nüfusunun yüzde 80’i kırsal alanlarda, yüzde 20’si şehirlerde yaşıyor.

GSYİH yaklaşık 20 milyar ABD dolar ve kişi başına düşen yıllık gelir 500 ABD dolarıdır. Nüfusun yüzde 45’i hala tarımda çalışıyor 2017 yılında GSYİH yaratılmasında tarım sektörü tahmini yüzde 23, sanayi tahmini yüzde 21 ve hizmetler sektörü yüzde 52’lik bir pay oluşturuyor. Toplam çalışan sayısının 8,5 milyon olduğu tahmin edilmektedir ve bunlardan sadece yüzde 17,3’ü kadın.

Afganların büyük bir kısmı aşırı yoksul ve 9,7 milyon insan yetersiz besleniyor. Afgan çocuk ve gençlerinin yarısının bile okul eğitimi alamıyor erkeklerin yüzde 45,9’u, ancak Afgan kızlarının sadece yüzde 21,7’si okula gidebilmektedir. Kadınların yüzde 80’i okuma yazma bilmiyor.

Sonuç olarak

Afganistan 50 yıllık tarihi özellikle de sanayinin yeterince gelişmemiş ve işçi sınıfının görece zayıf olduğu toplumların sınıf mücadelesi için kuşkusuz önemli dersler barındırıyor. Stalinizmin yarattığı hayal kırıklığı sonucu işçi sınıfı ve ezilenler sadece Afganistan’da değil küresel olarak alternatif arayışlarını girdiler. Özellikle Müslüman nüfusa sahip ülkelerde politik İslam geniş yoksul kesimler ve ezilenler için bir alternatif olarak görüldü. Fakat Iran, Irak, Mısır, Suriye, Filistin ve diğer birçok ülkede El Kaide, İslam Devleti, Taliban, Hamas, Müslüman Kardeşler ve benzeri yapılarla son on yıllardır edinilen deneyimlerden sonra işçi sınıfı kitleleri ve ezilenler politik İslam’ın gerçek alternatif olamadığını deneyimlediler ve içten içe bunun farkındalar. Özellikle Irak, Suriye deneyimlerinin ardından Afganistan deneyimi de aynı şekilde büyük emperyalist güçlerin modernleşme, demokrasi ve özgürlük için alternatif olamayacağını, bilakis yoksulluk, sömürü ve savaşların kaynağı olduğunu gösteren başka acı bir deneyim oldu.

Şu anda Ortadoğu ve işçi sınıfı ve ezilenlerin çoğunlukla Müslüman olduğu ülkelerde ideolojik ve sınıfsal yaklaşımlı örgütsel bir boşluk söz konusu. Özellikle İran, Türkiye, Pakistan gibi işçi sınıfın görece güçlü olduğu ülkelerde bu ideolojik boşluğun doldurulmasında Afganistan deneyiminden dersler çıkaracaklardır. Bu da Afganistan tarihinde şu an açılmış olan yeni sayfanın şekillenmesi ve Afganistan trajedisinin artık tamamen bitmesi yolunda belirleyici bir faktör olacaktır.


Kaynaklar